Paulo Coelho’nun “Eğer 20 yaşında olsaydım, bu kitabı yanıma alır ve tüm dünyayı dolaşırdım.” dediği bu eser, 1994 yılında yayımlanmış. Daha önce Simyacı kitabını okumuş ve etkilenmiştim; bu kitabın da pek çok okurun hayatına dokunduğunu düşünüyorum.
Coelho, bu romanında Tanrı’nın “kadın yüzü”nden bahsediyor. Kendini dine adayan ve bu uğurda her şeyden vazgeçen insanların Tanrı’yı anlatmak için hayatlarını nasıl adadıklarını işliyor.
Hikâyenin merkezinde, hayatını belli bir düzen içinde yaşayan, ayakları yere basan ve maceralara pek açık olmayan Pilar var. Pilar, çocukluk yıllarındaki en yakın arkadaşıyla yıllardır mektuplaşmaktadır. Arkadaşı ise yaşadığı yeri terk edip dünyayı dolaşan bir gençtir. Aradan geçen 11 yılın ardından Pilar’a bir mektup gönderir: Madrid’de yapacağı konuşmaya davet eder. Bu buluşma, ikisini kısa bir yolculuğa çıkarır.
Yolculuk boyunca hem kendilerini hem de birbirlerini sınayan ikili, hayatlarının yönünü belirleyecek kararların eşiğine gelir. Pilar, yıllar önce inancını kaybettiğini itiraf eder; bu yolculuk onun içindeki inanç duygusunu yeniden canlandırır. Adam ise ilahi aşk ile dünyevi aşk arasında kalmıştır. Pilar’a sahip olduğu mucizevi gücü anlatır; bir kadın tarafından adanmış evin ona Pilar’ı hatırlattığını söyler. Ayrıca, yıllar önce Pilar’ın kolyesini bulduğunu ve zamanı geldiğine inandığı için ona geri vermek istediğini dile getirir.
Kitapta beni en çok etkileyen kısımlardan biri, Pilar’ın iç dünyasındaki çelişkiyi anlatan şu söz oldu:
“Yüreğine karşı verdiğin savaşımı hayranlıkla izliyorum.”
Ve yine, yolculuğun anlamını derinleştiren şu satırlar:
“Burada, bir gün, yolumu kaybettiğimi sandım. Aslına bakılırsa, yolumu yeniden bulmuştum.”
Coelho, aşkı hem büyüleyici hem de tehlikeli bir tutku olarak tasvir ediyor:
“Sevmek, uyuşturucu almak gibidir. Başlangıçta kendini iyi hissedersin, bütünüyle verirsin. Ertesi gün, daha fazlasını istersin. Henüz zehirlenmemiş, o duygudan hoşlanmışsındır ve onun üzerindeki egemenliğini sürdürebileceğini sanırsın.”
Ve belki de hayatın en zor kararlarını özetleyen şu cümle, kitabın özünü taşıyor:
“Beklemek insana acı verir. Unutmak acı verir. Ama ne karar vereceğini bilememek, acıların en büyüğüdür.”
Beni ayrıca etkileyen bir diğer tema “Öteki” kavramı oldu. İçimizde bir yan vardır ki; hayal eder, umut eder, ister ama korkar. Bir de mantığımızla hareket eden, “olması gereken”i yaparak hayatına devam eden Öteki yanımız…
Ve aşk… Yıllar sonra bile ansızın çıkıp gelir; seni bir anda yakar ve doğru bildiğin her şeyden vazgeçirebilir. Onun uğruna tüm hayatını değiştirebilirsin.



